Yıllardır Meclis gündeminde olan yoksulluk nafakasına süre sınırlaması getirilmesi yönündeki çalışmalar, Adalet Bakanlığı'nın 2025/2029 Yargı Reformu Strateji Belgesi kapsamında devam etmektedir. Ağırlıklı olarak Aile Hukuku alanında çalışan bir hukukçu olarak, bu başlık uzun zamandır yakından takip ettiğim ve çeşitli davalar vesilesiyle üzerinde düşündüğüm bir meseledir.
Bir dosyamda boşanmanın üzerinden yaklaşık yirmi yıl geçmiş olmasına rağmen, nafaka yükümlüsü erkek nafaka ödemeye devam ediyordu. Üstelik - maalesef nafakaya hükmedilirken sonraki yıllardaki artış konusunun karara bağlanması sıklıkla gözden kaçan bir husustur - her yıl nafaka artırım davasına maruz kalmaktaydı. Ardından yapılan icra takipleri, eklenen harç ve masraflar, yükümlülüğün altından kalkılamayacak bir hal almasına, hatta erkeğin bu sebeple yeni bir evlilik yapmaktan dahi kaçınmasına sebep olmuştu. Hak aramanın maliyetinin gittikçe arttığı ülkemizde bu konu toplumsal bir yara haline gelmiştir.
İlk bakışta bu tartışma, kadının ekonomik güvencesine zarar verecek bir adım gibi görünebilir. Ancak, kadın hakları perspektifinden bakan bir hukukçu olarak, belirli sınırlar içinde ele alındığında bu önerinin adil yönleri olduğunu da kabul ediyorum.
Hukukumuzda farklı türlerde nafaka düzenlemeleri mevcuttur. Buradaki tartışma, boşanma sonrası yoksulluğa düşecek tarafa bağlanan yoksulluk nafakası üzerinedir. Uygulamada bu kişi çoğunlukla kadın olmakla birlikte, nafaka yükümlülüğünün uzun yıllar boyunca devam etmesi zamanla yeni bir mağduriyet doğurmaktadır: Erkeğin mağduriyeti.
Toplumsal gerçekliklerimiz göz önünde bulundurulduğunda, kadınların ekonomik olarak güçsüz duruma düşmesi hâlâ yaygın bir sorundur. Bu nedenle nafaka müessesesi, çoğu zaman dengeleyici rol üstlenir ve gereklidir. Ancak bazı durumlarda bu hak kötüye kullanılmakta, kadın hayatında yeni biri olsa dahi evlenmemekte, eski eşini nafaka ve icra baskısıyla, bazen ömür boyu cezalandırmaktadır.
Boşanmanın üzerinden geçen uzun süreye rağmen kişilerin bireysel hayatlarına dönememesi, nafakanın kaldırılmaması, hatta artırılmaya devam edilmesi, diğer taraf açısından hukuki ve insani anlamda adaletsizlik yaratabilmektedir. Boşanma, nihayetinde iki tarafın ortak kararı ya da ortak etkiyle ortaya çıkan bir sonuçtur. Bu nedenle nafaka müessesesinin amacını aşan, süresiz uygulamaları yerine, devletin, kadınların ekonomik bağımsızlıklarını kazanmaları, eğitimleri ve meslek edinmeleri yönünde daha fazla yatırım yapması gerekir.
Kadının erkeğin "eline bakmadığı", eşit şartlarda kurulan bir evlilik birliğinin daha sağlıklı ve sürdürülebilir olacağına inanıyorum. Nafaka yükümlülüğünü bir yaptırım gibi değil, ihtiyaç temelli ve yeniden değerlendirilebilir bir çerçevede düşünmek mümkündür.
Kuşkusuz ki, yoksulluk nafakasına hâlen ihtiyaç duyan kadınların ve dezavantajlı bireylerin korunması esas olmalıdır. Ancak Aile Hukukunda kalıcı çözümler ararken, değişen toplumsal yapıyı, kadınların güçlendirilmesini ve bireysel özerkliğin artmasını da gözetmek, daha adil ve sürdürülebilir bir sistemin önünü açabilir.
Bu değerlendirme, hâlihazırda yoksulluk nafakasına muhtaç olan kadınların mevcut haklarını hedef almamakta olup ; gelecekte daha adil bir sistem inşası umuduyla kaleme alınmıştır.